4 Mart 2017 Cumartesi

Bizim Ulusal Müziğimiz

  Millet olarak ayakta kalabilmiş kültürlerin köklü tarihleri olduğu gibi güçlü müzik birikimi ve icra kabiliyeti de vardır. Devletler zayıfladıkça , bu devletlerin gücü nispetinde her şeyde olduğu gibi  müzikleri de biçimlenir. Tarihsel perspektifi dikkate alarak nereden nereye geldiğimiz hususuna genel hatlarıyla bir '' dinleyici '' olarak, müziksel kabiliyet iddiasında bulunmadan burada yer verme ihtiyacını hissettim. 
  Geçmişe baktığımızda Dimitrie Cantemir (Dimitri Kantemiroğlu) , 17. yy. sonlarında Boğdan'da doğmuş ve öne çıkmış bir ailenin ferdi olarak buradan İstanbul'a gelmiş. İstanbul'da kaldığı süre boyunca Türk müziği üzerine çalışmış ve önemli eserleri notaya geçirmiş. Bugün 17. asır eserlerinin bir kısmını Dimirtie Cantemir sayesinde dinleme şansı buluyoruz. Kantemiroğlu, İstanbul'dan Boğdan'a bey (voyvoda) olarak gönderilmiş ve burada günümüz Romanyalıları tarafından unutulmamış olacak ki 1973'te Cantemir ismiyle biyografi türünde film yapmışlar. 
  Yine 17. asır için bir diğer önemli isim Albertus Bobowski (Hali Beigh) yani Ali Ufki Bey'dir. Ali Ufki , Leh asıllı günümüz Polonya'sının  önemli bir ismidir. Kesin olmamakla birlikte 1610 yıllarında doğduğu sanılan Bobowski ihtida ederek İstanbul'a gelmesinin ardından saray müziği üzerine önemli eserler ve bestelerle birlikte bunları notaya almıştır. Ayrıca dil ve tercüme çalışmaları da vardır. Avrupa'da çeşitli kütüphanelerde eserleri muhafaza edilmektedir. 1675 yılında İstanbul'da hayata veda etmiştir. Saraydan önemli destek görmüş ve bugün bize ulaşan eserleri o dönemin müzik zevkini bize aktarmış ve bu zevkin seviyesini dinlediğimizde daha iyi anlıyoruz. Ali Ufki Bey' in eserlerini Uğur Işık'ın çellosundan dinleme şansım olduğunda görmüştüm.  
  Oryantalizmin etkisinde bir eser olarak Mozart'ın Rondo Alla Turca'sını dinlersiniz. Diğer eserlerinden farklı bir yanı vardır. Burada görürsünüz ki Türk müziği , bir batılı bestesinde bile durağan değildir, sizi sıkmaz ve ahenkle çalınır/ okunur. Türk müziğinin ne kadar iyi icra edildiği eserin yerinden okunması ve kabiliyete göre üst perdeden okuyarak bir ses gösterisi olarak sergilenme haliyle doğrudan ilgilidir. Şüphesiz Türk müziği ve batı müziği tümüyle birbirinden ayrılır ve ses farklı yönlerde eğitilir. Bugün dinlerken buna kadar dikkat ettiğimizi ve icra eden kişinin bunu ne kadar önemsediği konusuna değinmiyorum. 
  Tarihte sadece iki yahut üç isimden örnek vererek bu kadarla sınırlamak en büyük hata olur ama bu isimlerin biyografileri ve çok daha fazla isimlerin varlığını bilen siz okuyucular tarafından araştırılmış ve okunmuştur. 
  Son dönem eğlence hayatıyla öne çıkan bir müzik türü sizi Beyoğlu'na ve Boğaziçi'ne götürür. Denizkızı Eftalya'dan Kadıköylü'yü dinlersiniz .Denizkızı'nın boğazda söylediği şarkılara insanlar kayıklarıyla ve kayıklarda yanan renk cümbüşü oluşturan kandilleriyle eşlik ederlermiş. Tatyos Efendi'den Gamzedeyim Deva Bulmam , en bilinenidir.Göz süzüp yan bakışınla yine aldatma beni ; Mâni oluyor... şeklinde diğer eserleri sıralanabilir. Bugün bunları rahatlıkla plaklardan dinleyebiliyoruz. Peki  gramafonlar yaygın değilken bu eski müziğin muhafazası nasıl olabilirdi? Tabii olarak nota kağıtları, bunları biz batıdaki gibi bir nota dili yerine kendimize özgü farklı stilde notaya aldık ve okunması ayrı bir çaba gerektirir. Eski İstanbul müziğini okumak da yine Grek stilinde (latince de olabilir ) farklı şekilde nota sistemi kullanılmıştır. Okunanlar ve yayınlanan her alanda bir hayli fazladır ve bunları icra edenler de aynı şekilde geçmişte ve günümüzde mevcut olmuştır.   Devamı yarın...