14 Ekim 2012 Pazar

Üsküdar'a Gider İken

     
Katibim şarkısı bizde çok meşhurdur tabi ama dünyanın bir çok yerinde de bilinmesi ilginç gelmiştir bana. Sözleri kimindir ve bestesi kime aittir hiç düşündünüz mü? Aşağıda bir plak kayıdı yer alıyor, yine Amerika'da bir üniversitenin kütüphanesinde aslı bulunan bu plak 1916 Mart'ında kayda alınmış ve cimbalom (Türkçesini bilmiyorum ne isimle anılıyor) sanatçısı Joseph Moskowitz, '' Medley of Turkisk Melodies'' ismi le bu plağa Katibim'i kaydediyor. Piyanoda ise Max Yussim var... Kayıt New York'ta yapılmış.  Buyurun önce dinleyelim ve ardından bu şarkının hikayesine geçelim.

        




Reşat Ekrem Koçu, ''Tarihimizdeki Garip Vakalar'' kitabının 147. sayfasından başlayarak bize hep yanlış bilinen bu şarkının neyi ifade ettiğini şöyle anlatıyor, naklediyorum : 

'' Bu türkü için, güzel bir katip hakkında bir kız ağzından söylenmiştir diye uydurma bir hikaye nakledilir. Türkünün ilk kıtasını hatırlayalım: 
Üsküdara gider iken aldı da bir yağmur
Katibimin setresi uzun eteği çamur
Katip uykudan uyanmış, gözleri mahmur
Katip benim ben katibin el ne karışır
Katibime setre de pantol ne güzel yaraşır...
    Bu türkü bir güzel katibi övmekten ziyade genç ve güzel katibi tehzil (alay) manası vardır. ve bir kız ağzından söylenmiş olmaktan ziyade bir İstanbul külhanisinin karihasına (ağzına) yakışmaktadır. Türkü Kırım harbi içinde, Abdülmecid devrinde çıkmıştır. İkinci Mahmud Avrupalı kıyafetini ordu mensubuna giydirmiş, fakat sivil memurları bu hususta serbest bırakmıştı. Abdülmecid, Kırım harbi başlayınca bu mecburiyeti İstanbul için, en küçük bir katibe varınca sivil memurlara da tatbik etti. Memuriyetinden başka geçim vasıtası olmayan ve fukara ve orta halli ailelerin çocukları late, cübbe ve şalvar serine setre ve pantolon giydiler. Mutaassıplar da bunu dillerine dolayıp '' gavur mukallikliği'' dediler ve pantolonla sokağa çıkmayı iç donuyla çıkmış gibi saydılar. 
      Kırım harbinde müttefiklerimiz olan İngilizler, Fransız ve Sardunyalıların orduları İstanbul'dan geçmişti. Üsküdar civarında Selimiye kışlası da bu gayrimüslim Avrupalı müttefiklerimizin emrine hastahane olarak verilmişti. İstanbuldan geçen İngiliz ordusunda bir de İskoç alayı vardı; meşhur gaydaları ve pantolon yerine kısa etekleriyle İskoçyalılar, İstanbulluların pek tuhafına gitmişti. Ve bu garip kıyafetli yabancılara ''donsuz asker'' lakabını takmıştı . İskoç alayı şarka hareket ederken, bir İskoçyalı bestekar bu alay için hususi bir marş bestelemişti. Marşın bestesi , bizim katibim türküsünün nağmeleridir. İşte bir İstanbul külhanisi, Avrupalıların Selimiye kışlasında yerleşmesine ''Üsküdar'a giderken..'' diye  genç katipler hakkında yukarıdaki türküyü yazmış ve ona beste olarak da donsuz askerlerin marşını almıştı. Sonraları çalgılı küçük konsol saatleri çıktı... Bu saatler Türkiye'ye evvela İskoçya'dan geldi. Fabrika bu güzel marşı da saatin nağmeleri arasına yerleştirmişti. '' Katibim türkülü saat'' diye. İstanbul halkından bu saatleri almayan kalmadı... Hakikaten kıvrak, oynak , şirin nağmelerdi... ''

Bu sözleriyle bize her şeyin nasıl olduğunu ve geliştiğini anlatıyor bizlere Ekrem Koçu. 

Yazı: Enes Ulukaya

30 Eylül 2012 Pazar

Zaman Neleri Alır Hayattan

  Çok kez adını duydunuz, kiminiz gitti, kimileri önünden geçip gittiği halde farkına bile varmadı. Kafanızı az kaldırdığınızda ağaçların arasından gözükür gözünüze. Bir mezarlığın hemen üstünde gizlenmiş, bir o kadarda kendini açıkça belli eden Piyerloti'den bahsediyorum. Bir bardak çayın bahane olup türlü paylaşımların yaşandığı bu yer zamana karşı bozulmadan kalabilmek için adeta mücadele ediyor. Hangimiz çıkıp  bu tepeye   doya doya seyretmemiştir o güzel manzarayı. Kim bilir hangi arkadaşlar, dostlar, sevgililer mutluluklar içinde el ele kol kola geldiler buraya. Her ne kadar hemen ayaklarınızın dibinde yatan ebediyete kavuşmuş insanlardan bihaber olsak bile.


 

    Dedim ya herşey bu tepede o kadar sade ve pürüzsüz ki yukarıda çok şey göze hoş gözüküyor. Dedim ya ne kadar güzel bir yer diye... Bizi büyülediğinden mi olacak bu tepenin, bilmiyorum. Hemen aşağısında Eyüp Sultan isminde bir zatı muhterem vardır hiç gözümüzün görmediği.Teleferik ile çıkıp o tepeye, teleferikle inip alel acele kaçtığınız vakit o yerden göremeyeceğiniz daha çok şey vardır. Gerçi tepeye çıkan o yolu kullansanız dahi gördüğünüz mezarlardaki isimler size hiç mi hiç tanıdık gelmeyecektir. Zaten Mareşal  Fevzi Çakmak mış Necip Fazıl mış Bestekar Zekayi Dede imiş onlar başka milletlerin insanı olduğundan tanıyamayız bizler...




  O tepeye çıkana dek daha onlarca isim görürsünüz o mezarlıkta. Ve tarih bir mezan taşı vasıtası ile gözlerinizin önüne serilir o vakit. Bu kıymetli insanlar üzerinde zamanı geldiğinde tek tek durmak gerekir. İlk başta çok şeyin değiştiğini düşünürdüm mekanlar üzerine. Anladım ki değişen ve alakasız umursamaz olan bizlermişiz. Kaçmak yerine kendi değerlerimizden, sıkıca sarıldığımız vakit eminim ki Piyerloti'den İstanbul'u seyretmek bir başka güzel ve umut verici olacaktır.
Yazı: Enes Ulukaya

23 Eylül 2012 Pazar

Sultan Abdülhamid ve Fotoğrafçılık

Günümüzde herkesin elinin altında olan fotoğraf makineleri çok yakınımızda olduğundan mıdır pek fayda sağlayacak ölçüde yararlanmıyoruz. Bundan çok değil sadece 10 sene öncesinde bile çok kıymetli olacağını düşündüğümüz anlarda ve bir hatıra olarak kalsın dediğimiz zamanlarda kullanırdık bu makineleri. Zaman değişip teknoloji de almış başını giderken, bizler tarih olduğumuzda geride bir şeylerin aydınlatılması adına fayda sağlanacak fotoğraflar bırakacak mıyız?
     Bundan yaklaşık 2 sene önce duyduğum bir şeyden bahsetmek isterim. II.Abdülhamid'in 19. yüzyılın sonlarında İstanbul'un ve Bursa'nın fotoğraflarını çektirip bir albüm hazırladığı ve bu fotoğrafların Yıldız Sarayı Albümü ismi ile günümüzde İstanbul Üniversitesi'nin deposunda muhafaza edildiği. Ardından da bu fotoğrafların yayınlandığını duymuştum. Geçtiğimiz haftalarda tesadüfen Amerika'da bulunan bir üniversitenin kütüphanesinde bu albümün bir kopyasının bulunduğu bilgisine ulaştım . Dijital olarak bu kütüphanenin web sitesine aktarılmış bu fotoğrafların bin sekiz yüzden fazlasına ulaştım ve bir çoğunu inceledim. Bir kaçını burada sizlerle paylaşmak isterim.

Ayasofya Ortaokulu Öğrencileri
Bir özel okul : Darül-Feyz-i Hamidi-yi öğrencileri
En çok dikkat çeken bu albümde çok fazla öğrenci fotoğrafının bulunması.



Galata Kulesi

Dolmabahçe Sarayı
* Fotoğrafların tamamı 1890-1900 yılları arasında çekilmiş.
 Albümde yer alan diğer fotoğraflar : Camiler , okullar, elçilik binaları, okulların mimari planları, vb.
                                       _______________________________

         Osmanlı'nın son zamanlarında toplumsal hayat ve mimari açısından önem taşıyan bu fotoğraflar önemsenmelidir. Hepimiz için büyük bir hazinedir.

Yazı: Enes Ulukaya
Fotoğraflar: Abdullah Frères